3 Mayıs 2010 Pazartesi

Düş'ün Liderleri III : Baykuşlardan Noctua

Konukların ve liderlerin yavaş yavaş Düş'e varmaya başlamış olması Kelebek'i mutlu ediyordu. Hala büyük bir merakla Sifaus ya da S'arrus'dan haber beklerken bu merakın dikkatini bozmasını engellemeye çalışıyor, kendini çalışmalarına ve karşılamalara vererek kafasını dağınık tutuyordu. Ancak, bir kaç gündür, Arleon'un varışından sonra başka kimse gelmemişti daha.

Gene boş geçen bir günün ardından, kimse Düş'e ayak basmamıştı. Gün batımına kadar ufukta kimsenin görünmediği her gün Kelebek'in hevesi biraz daha kırılıyordu; Düş'ün diğerleri gelemeyecek miydi? Ya diğer ülkelerin liderleri?

Derin bir üzüntüyle iç çeken Kelebek tam geceliğine uzanmak üzereydi ki yer titredi. Kadın garipsedi; doğal değildi bu, deprem olamazdı. Merakla terasa çıkarak uzaklara baktı.

Güm!

Yer tekrar titredi ve surların ardından kalın ve tok bir ses yükseldi.

"Düş'te hayat gün batımına kadar mı?! Beni hayal kırıklığına uğratıyorsun Kelebek!"

Kapılar açılırken Kelebek kendini terastan aşağı atarak yavaşça süzülerek yere kondu. Morrigan pencereden kapıya bakıyor, J.ise ortalıkta görünmüyordu (muhtemelen bir yerlerde içip eğlenmekteydi).

Kapıların açılmasıyla beraber 3 tane iki metra boyunda siyah ayı kükreyerek içeri daldı. Sırtlarında 3 tane 50 yaşlarında adam taşıyorlardı. Yavaşça ayıların üzerinden inerek üstlerini düzelttiler. İki tanesi selam verdikten sonra ayıları bakıma götürdü (seyisler korkmuştu), ortadaki adam Kelebek'in önüne gelip ona, adamdan beklenmeyecek bir şefkatle sarıldı. "Ah, seni son gördüğümde dizime geliyordun!"

Noctua, baykuş kanatlı liderdi ve Düş'ün Doğu Kenti'nin lideriydi. Doğu Kenti falezlere oyulmuş, yükseklerde bir kentti, gün doğumunda bembeyaz parıldar, açık denizlerdeki gemilerin yön bulmasına yardımcı olurdu. Özellikle metal ve mücevher işlemeciliği ile ünlüydü bu kent; her dağ içine oyulmuş kentten bekleneceği gibi. Denizden gelen nemli rüzgarları yüksek falezler keser, kenti geçip batıya gidildikçe ve dağın öte tarafına geçildikçe karlarla kaplı ormanlar ve platolar çıkardı insanın karşısına. Doğu Kenti'nin insanları siyah ayıları evcilleştirmiş, böylece hem soğuk şartlarda onları ormandan geçirebilecek hem de dağa tırmanıp falezleri aşabilecek bineklere sahip olmuşlardı. Düz yerleri olmadığı için tarım yapamayan Doğu Kenti halkı, mevsimi geldiğinde ava çıkar ve et kuruturlardı; tahılı ise diğer kentlerden getirtiyorlardı. Ticaret çoğu insanın ikincil geçim kaynağıydı; işlenen metaller, mücevherler ve kurutulmuş et, siyah ayı postları ve binekler deniz aşırı kentlerde büyük rağbet görüyordu.

Kelebek de sevdiyle adama sarıldı. "Seni tekrar görmek çok güzel Noctua, gecikmeni bir türlü yerinden kalkamamana bağlıyorum."

Yaşlı adam utangaçça gülümsedi. "Eh, yaşlı kemiklerim artık şömine başında dinlenmeyi tercih ediyor ufaklık." 60yaşlarında gösteren bu adamın saçları kumraldı ancak kumral teller kadar beyaz teller de karışmıştı aralarına. Upuzun sakalı özenle taranmış ve kesilerek şekillendirilmişti. Yüzü yaşlılık çizgileriyle doluydu ama vücudu yaşını göstermeyecek kadar yapılıydı. Sağlam görünüşlü demir zırhlar giyinmişti, sırtında ise geniş bir kule kalkan bir de neredeyse yarı boyunda bir çekiç taşıyordu (veya balyoz, boyutları gerçekten büyüktü çünkü).

"O zaman seni salonumuza alalım, şömine başında en güzel baharatlı şarabımızdan sunalım?" Kelebek adamın koluna girdi ve beraberce çabucak hazırlanmış ve ısıtılmış salona girdiler. Şöminenin yakınına iki rahat koltuk konmuştu, ikisinin ortasına yerleştirilmiş olan ahşap masada iki ise kupa baharatlı sıcak şarap duruyordu. Bir tabak atıştırmalık da ihmal edilmemişti.

Koltuklarına yerleştiler. Noctua büyük bir yudum aldı kupadan ve atıştırmalıkları mideye indirmeye başladı. Kelebek gülümseyerek adamı süzdü.

"Sen hep bu kadar yaşlı mıydın yoksa yıllar mı yaşlandırdı seni?" diye sordu bir an.

Adam güldü "Her ikisinden de. Sanırım aynısı senin için de geçerli hm?"

"Sanırım." diye mırıldandı kadın. "Diğer kentlerin liderleri dışında iki kişi kaldı gelmeyen. Morrigan ve J. vardılar."

"Vay, buz kraliçesi buralara kadar geldi ha?" derinden güldü adam. Yanındaki çantalardan birini açtı, içinden güzel oymalı bir pipo çıkarıp yavaş yavaş, hiç acele etmeden tütün ile doldurdu, yaktı ve büyük bir zevkle tüttürmeye başladı. "Gece geç saat olduğu için fazla uyanık tutmayacağım seni, ama biliyorsun, kanatlarımdan gelme bir alışkanlığım var; gece avlanırız biz."

Kelebek gülümsedi. "Hiç sorun değil, geceleri çok iyi uyuyabildiğimi söyleyemem. Hoş, J.in getirdği rüya kapanı gerçekten uykularımı rahatlattı."

"Vay vay, gerçekten düşünceli bir şey yapabilmiş sonunda kerata." O sırada kapı çalındı, Noctua'nın adamlarından biri elinde kumaşlara sarılı birşeyle geldi. Her adımda tıngırdamasından Kelebek bunun metal bir şey olduğunu anlamıştı. "Bunu ben işledim, elimden geldiğince." dedi adam, paketlenmiş hediyeyi aldı, kumaş kıvrımlarını bir bir açtı ve içindekini alarak şömine ışığına tuttu.

Metal bileklikler, sol kol için plaka zırh ve bir omuzluktu bu. Tek tek kanat tüyleri işlenmişti ice ince, kabartmaların hepsi Kelebek'in Düş'e gelişini, o zamanlar bir çocuk olduğunu, gün geçtikçe büyüdüğünü ve Kan Cadısı oluşunu anlatan simgelerle doluydu.

"Ben duymuştum ki, bileklerini kesme adetin varmış..."

"Vardı, ama artık yok."

"Daha önce bilseydim bilekliklerin içine yaptığım yumuşak kısımları eklemezdim. Biraz hakaret gibi oldu sana, kusura bakma." dedi adam tekrar biraz utançla.

"Sorun değil. Düşünceli davranışın beni mutlu etti aslında." Kelebek bileklikleri alarak taktı, Noctua ona diğer parçaları giyebilmesi için yardım etti. İlk başta biraz sıkan biraz da bol gelen parçalar oldu ama saniyeler içinde Kelebek bu uyumsuz parçaların şekil değiştirerek tam üzerine oturduğunu hissetti.

"Doğu Kenti'nin özel metali, biraz da Baykuş büyüsü." Adam kadını süzdü ve kafasını salladı. "Çok yakıştı."

"Artık pek kaba kuvvet kullanmıyorum."

"Yine de kendini korumak için ihtiyacın olacak." kupayı dikti adam ve ayaklandı. "Haydi, şunları çıkar, odana git ve uyu. Sanırım göl kenarındaki ormanda avlanmamız sorun yaratmaz, değil mi?"

"Hayır, hala av mevsimindeyiz. " Sevgiyle kucaklaştılar, Kelebek odasına çıkarken kapının önünde toplanan üç adam silahlarını av için hazırladılar.

~ Rose

Korpiklaani - Beer Beer / Fields in Flames

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder