15 Mayıs 2010 Cumartesi

Abyss'e Kayan Yıldızlar

Gecenin karanlığında kızıl saçlı kadın terasta durmuş, yıldızları izliyordu. Hava bu son haftalarda iyice ılıklaşmış, gök yüzü berraklaşmıştı. Ülkenin bir kısmı Sonsuz Kış'ı atlatmıştı ancak büyük bir kısım hala kar altında, derin bir uykudaydı.

Sessizce avluya indi ve kaleden dışarı adım atarak pazar yerinde dolandı. Şehir uykudaydı. Tüm evler karanlıktaydı; bir pencerede yanıyordu mum belki iki. Kadın gülümseyerek yürümeye devam etti. Normal, korseli kadife elbiselerinin yanı sıra, yerlere sürünen bir de pelerine sarınmıştı bu gece. Rüzgar esiyor, uzaklardan, geniş yeşillik ve tarlalardan karın soğuğunu taşıyordu. Kızıl saçlı kadın gözlerini kırpıştırdı ve soğuğa doğru yürüdü.

Her bir adımıyla yapılardan uzaklaştı ve her bir adımıyla ayakları altında kalan kar eridi. Etekleri ve pelerini yere süründükçe, Düş'ü kaplayan kar tabakası inceliyor, baharın gelişiyle beraber kıpırdanmaya başlayan bitkiler rahat bir nefes alıyordu. Rüzgarın taşıdığı soğuk hava kırılmaktaydı. Kelebek o an, ayaklarının çıplak olduğunu fark etti. Bunu fark etmesini sağlayan ise bastığı yerin kar değil buz olduğunu ayırd edebilmesiydi.

Kadın gözlerini kırpıştırarak etrafına baktı; az önce bir çayırlıkta durduğuna yemin edebilirdi. Şimdi ise gökyüzüne yakından bakıyordu ve rüzgar kuvvetlenmişti. Bastığı yer buz ile kaplıydı; diğer bastığı yerlerdeki karlara nazaran erimemekte inad ediyordu. Yerde, üzerine kırmızı mürekkeple adının yazılmış olduğu zarfı fark etti. Eğildi, aldı. Merakla açarak içinde özenle yazılmış bir kaç satırlık yazıyı okudu.

"Kayan yıldızları görüyor musun?..."

"... Onlar Abyss'e düşen Aesten'in parçalarıdır."

Kelebek bu tanıdık ses ve dokunuşla gülümsedi bir an ve gözlerini kapayıp, ellerini beline koymuş olan adama doğru yaslandı.

"Gerçeklikle hayali karıştırdığım rüyalardan bıktım." diye mırıldandı kadın.

"Bunun hayal olduğundan emin misin?" diye sordu adam, her zamanki soğuk sesiyle.

Kadın duraksadı. "Peki hayal değilse ne? Sen gittin, kardeşlerinle."

"Ne olmasını isterdin?"

"Neden burdasın ki?"

"Gitmemi mi isterdin?"

"Ben. . ." Kelebek hızla arkasını döndüğünde, orada kimseyi bulamadı. Parlak gün ışığı gözlerini aldı; refleks olarak kıstı gözlerini. Elini kaldırıp gözlerine siper ettiğinde etrafa daha dikkatli bakabildi. Geniş, yeşil bir çayırlıktı burası ve gün batımıydı. Karşısında uzun sarı bukleleri ile Jezabel duruyordu.

"Bu sefer neyi göstermek istedin?" diye sordu Kelebek, kollarını göğsünde kavuşturarak.

"Düş'ün sonsuz olasılıklarını." dedi kadın gülümseyerek. "Önünde iki seçenek var; onu tamamen Düş'den silebilirsin. Ya da böyle devam edersin. Ne yaparsan yap, öbüründe hayat devam edecek."

"Neden Düş'den silmek isteyeyim ki? Öbürü derken. . . neyi kastettin?"

"Öbür Düş. Onu yokettiğin ya da onu hatırlamaya devam ettiğin Düş." Jezabel kıkırdadı. "Birden fazla Düş var bu koskaca varoluşta. Hepsinin senaryosu aynı, etmenleri farklı. Fakat Düş'ün paralel evrenlerini yaratan bir tek bu değil tatlım. Verdiğin her bir karar aslında çok farklı olmayan bir başka evrenin daha doğmasına yol açıyor."

"Yani onu yok ettiğim bir evren var ve aynı zamanda onu yok etmediğim de?"

"Kesinlikle. Senin vermen gereken karar şu; hangisinde yaşamak istiyorsun?"

"Hangisinde yaşamak istiyorum...?"

Başı döndü kızıl saçlı kadının. Sırt üstü yere düştüğünde canı hiç acımadı; yumuşacık karın soğuğunu hissetti sırtında. Gözlerini kapattı ve tekrar açtığında her şeyin başladığı yerdeydi; S'arrus'un gelip ona kitabı verdiği, ilk konuşmalarını yaptıkları, daha sonra vaktini en çok geçirdiği, en sonunda delirip yaktığı odasıydı bu. Gökyüzünün yavaşça aydınlandığını görebiliyordu.

Gözlerini kırpıştırarak yattığı yerden doğruldu. Rüzgarda kar soğuğu yoktu artık, taze suyun ve erimiş karın kokusu hakimdi. Kadın ayağa kalktı, ellerinin hareketiyle yarı restore edilmiş oda bir anda izole oldu dış dünyadan. Açık ve çatlak yerler buzlarla kaplandı bir anda ve soğuk bir hava hakim oldu yarısı yanık odaya. Kadın duvara dokundu, dokunmasıyla buz tabakası şekilli bir biçimde içe doğru eridi ve harfler oluşturdular. Kadın gülümsedi, odanın ortasına doğru ilerleyerek orada oluşan buz kütlesine dokundu yavaşça, eriyerek yere doğru süzülen damlacıkları izledi. Geri çekildi, oluşan kesik sütunu ve üzerindeki buzdan tacı tatminkar bir biçimde süzdü.

"Belki asla geri dönmeyeceksiniz, ancak burada daima hatırlanacak ve hep hoş karşılanacaksınız üstadım."

Kadın yüzünde bir gülümseme ile kuleyi terk etti. Güneşin sıcaklığı ile baharın gelişi daha da belirgindi artık. Ülkede neredeyse hiç kar kalmamıştı ve buna rağmen kuleyi kaplayan buz sanki elmasmışçasına parlıyordu. Sarmaşıklar yükseldi yavaşça kuleye doğru, sarıldılar buzla kaplı odaya.

İçinde huzuru hisseden Kelebek, bahçede hazırlanan kahvaltı masasına doğru ilerledi. Uzaklarda bir yerde, bir sırrı daha açığa çıkaran Jezabel gülümsüyordu.

~ Rose

Fall From Heaven - Balseraphs

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder