3 Mayıs 2010 Pazartesi

Dokunduğu Her Şey.


Kelebek yorgun bir biçimde gözlerini kırpıştırıp saate baktı; saatlerdir kesintisiz çalışıyor, elindeki kitabı kopya ediyordu. Son sayfanın son noktasını koyduğunda suratında kocaman bir gülümseme belirdi. Zaman gelmişti.

Paketlediği eşyaları çoktan taşınmıştı; seçtiği giysiler, takıları, kitapları, kutular dolusu ıvır zıvır, aynalar, ve pek çok başka şey. Mobilyalar kalmıştı odada; yatağı, perdeler, çalışma masası, dolap, siyah ayna. . . Onu ararken giydiği giysileri paramparça edip odanın ortasına atmıştı. Dokunduğu herşey orada, tepeleme duruyordu.

Sıra Aesten üzerinde en değer verdiği şeye geldiğinde duraksadı. Parmakları kenetlendi kitaba. Bırakmak istemedi. Sonra kasları gevşedi, bir anda iki kapağı tutup ikiye ayırdı kitabı, dikiş yerlerinden ayrılan yaprakları buruşturup fırlattı. Gözlerini kısıp odayı son bir kez süzdü. Kopyaladığı defteri aldı, teras kapısına çıktı, kanatlarını gererek havalandı. Tüm vücudu yay gibi gerindi ve avuçlarında alevler birikmeye başladı. Büyüdürler, büyüdüler. Ta ki Kelebek bir anda biriken alevleri sert bir hareketle bir zamanlar odası olan kuleye yönlendirene kadar.

Kule çabucak alev aldı. İçindeki her şey, acı bir yanık kokusu bırakarak yanmaya başladı. Değer verdiği, geçmişiyle alakalı tutunduğu herşey, vazgeçemediği her şey, gözlerinin önünde, onun ellerinde yanıyordu. Yüzünde sadistçe ama tatminkar bir gülümsemeyle izledi yangını. Kaledekiler bir yaygara kopardıysa da, Kelebek onları susturdu.

Saatler boyu yandı kuledeki oda, içindeki her bir eşya tamamen yanıp kül olana dek. Alevler sadece yakılmak istenenleri yakmış, kalenin diğer yerlerine sıçramamıştı. Yangın kendi kendine söndüğünde Kelebek odaya girdi tekrar, eliyle süpürür gibi bir hareket yapıp külleri havalandırdı. Eli havada dans eder gibi hareketler çizerek külleri yönetti ve bronz bir kaba doldurdu. Hepsi bittiğinde kabın ağzını kapattı.

"Ve artık dokunduğun hiçbir şey yok bu ülkede." durdu, kabı bir kenara koydu, yerdeki hançeri aldı, duvardaki islenmiş aynaya baktı. "Bir tek şey hariç. . ."

Kelebek hiç ses çıkarmadan ve duraksamadan daldırdı hançeri etine. Dokunduğu hiçbir şey, hiçbir yer üzerinde kalmayana kadar ayrıdı derisini etinden. İşi bittiğinde hala ayaktaydı ve gülüyordu.

"Artık yoksun."

Aynaya tekrar baktığında iyileşmiş olan yüzünü gördü. Az önce kendine yaptığının tek kanıtı ancak elbisesindeki lekeler olabilirdi. . . ya da yerdeki kendi eti.

~ Rose

Bill Brown - Undying Main Theme

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder